fasillarkoyu.com
Ana Menü
Sayac



İstatistikler Yükleniyor ..!

Fasıllar’ın Fabrikaları

Fasıllar’ın Fabrikaları

Uzun bir süreden sonra tekrar merhaba. Yine çocukluğumdaki yaşantı ve o günlerin teknolojisini anlatmaya gayret edeceğim. Başlığı özellikle seçtim. İnsanların çevreye verdikleri zararın giderek kendilerini nasıl vurduğunu ve yoksullaştırdığını zaman içerisinde yaşayarak gördük. Fasıllar 1950 li yılların başında, sonraki yıllara kıyasla, daha çok suya ve sulanabilir araziye sahipti. Köyün önündeki çaydan dahi ilkbahar aylarında haftalarca su akardı. Aşağı Çeşme nin suyu "Aşağılar"daki bostanları sulamaya yeterdi. Çiçekler köyüne doğru uzanan çayın kenarlarında birçok pınar vardı. Köy nüfusu arttıkça daha çok hayvan beslendi. İnsan ve hayvan sayısının çok artması ormanları perişan etti ve bugünlere gelindi.

Kötümserliği bırakarak 1950 li yıllara "fabrikalara" dönelim. (İleride fırsat olursa kervanlarıda anlatmak istiyorum.) Fasılların fabrikaları "Dere Boğazı"nda bulunan yedi adet suyla çalışan un değirmeniydi. (Barutçu, Numan, Yaylayolu, Aşağı, Hacıağalar, Çengel ve Çavuş değirmenleri. )Hacıağalar değirmeninin ayrı bir adı daha var.) Bu değirmenlere çevrede bulunan tüm köylerden sonbaharda insanlar akın akın at arabaları ve Kağnılarla un yapılması için buğday ve arpa getirirler, günlerce de nöbetin (sıranın) kendilerine gelmesini beklerlerdi. Bu insanlara da "nöbetçi” denilirdi. Değirmenlerin un kalitesi bekleyen nöbetçi sayısının çokluğundan anlaşılırdı. Elbette bu değirmenler sahiplerine hatırı sayılır gelirde sağlardı. Zamanla sular azaldı değirmenler çalışmaz oldu. Yerlerini motorlu ve elektrik enerjili değirmenlere terk ettiler. Su değirmenlerinin öğüttüğü undan (nedenini bilemiyorum, çok söylenti vardı.) yapılan ekmekler çok lezzetli olurdu.

Değirmenlerle ilgili çok hikâyeler anlatılır, yaşamayanlar mutlaka değirmende bir gece geçirmek isterlerdi. En meşhur hikâyelerde şeytan hikâyeleriydi. Şeytanlar (ne kadar çoksa) mutlaka değirmenlerden geçerler, değirmenlerde düğün yaparlar hatta bir kısmı buraları mesken tutmuştur, sürekli değirmenlerde yaşarlar. Değirmenlerde hergece mutlaka olaylar olurdu. Nasıl olmasınki, buğday var, un var; bu durum önce fareleri değirmene çeker, fareleri yılanlar ve kediler takip eder. Eh! Gecenin karanlığında bunların yiyecek savaşını bir düşünün, elbette bir hengâme kopardı. Ancak suçlular hep şeytan olurdu.

Tahmin ettiğiniz gibi, benim yaşımdakilerde değirmenlerde yatıya kalmaktan korkar ancak, meraklarını yenemediklerinden uyuyamasalarda değirmende kalmak isterlerdi. Bende bunlardan birisiyim, değirmenlerde çok kaldım. Değirmenlerin unutulmayan bir yönüde, taze undan yapılan değirmen kömbesi (ekmeği) dir. Sıcak tüketilir ve gerçekten çok lezzetli olurdu. Kimbilir belkide değirmende kalma isteğimizin temelinde "Değirmen Kömbesi" yatmaktaydı.

Su değirmenlerinin çalışırken çıkardığı"gıldırdık-gıldırdık,........"sesini dinlemeyi çok severdim. Bana iç huzuru verir, kendimi mutlu hissederdim. Dönen taşın çıkardığı ses ise içime bir korku salardı. Su az ise küçük Porya takılırdı. Çapı küçük olduğundan taş yavaş döner "vuuuunnng, vuu....."sesleri ürkütücü olsada merakımıza neden olurdu. Su ile dönen taş bağlantısını başlangıçta birtürlü çözemezdim. Sonraları Çarkevini görünce merakım bir kat daha arttı ve olay çözüldü. Su çok olduğunda büyük porya takılınca güç artar ve taş daha hızlı dönerdi. İşte bunun sesi"vın,vın,...."beni çok korkuturdu. Sanki benide kapıp öğütecekmiş gibi düşünür ve dönen taştan uzak dururdum. Değirmen anıları daha çok var. Oluk başı ve çark evi anılarınıda anlatmaya kalkarsam biliyorum ki okuyanlar sıkılacak.

Bu nedenle birazda değirmenci ve nöbetçilerin hatırlayabildiğim neşelerinden ve huzursuzluklarından kısaca psikolojilerinden söz etmek istiyorum. Nöbetçiler aynı köyden iseler veya eskiden birbirlerini tanıyorlarsa uzun sohbetler başlardı. Sıra kendilerine gelmiş veya gelmemiş umurlarında olmazdı. Hatta birkaç gün beklemiş olmasına rağmen sıra kendisine gelenlerin yüzlerinden tatlı bir memnuniyetsizlik belirirdi. Değirmene ilk gelenlerden yakını ve tanıdığı olmayanlar ilk gün çok sıkılır, etrafta telaşlı adımlarla dolaşır dururlardı. Ne zamanki yeni dostluklar edinirler, onlarda diğerleri gibi vurdumduymaz olurlar sanki daha çok beklemeyi istiyormuş gibi bir tavır takınırlardı. Değirmenci ise nöbetçi ne kadar çoksa o kadar memnun olur, eskilerle şakalaşır: yeni gelenleri tanımaya çalışırlardı. Değirmen çalışırken, Hele büyük porya takılıysa, neşeleri tam yerinde olurdu. Su kesilir veya bir arıza olursa, var olan neşe hemen kaybolur, tekrar çalışmaya başlama süresinin bilinmezliği, değirmenci ile birlikte nöbetçilerdede önce bir huzursuzluk, sonrada korku dolu telaşa neden olurdu. Tüm bunlara rağmen er veya geç herkesin işi görülürdü. Kısaca değirmenlerin kendine özgü bir çalışma şekli, oluşan ve yayılan bir kültürü, sayesinde edinilen dostlukları ve kış boyunca anlatılan hatıraları vardı.

Dere boğazındaki değirmenler yıllar önce sessizliğe büründüler. Çevrelerinde ne insan nede fare-yılan-kedi- köpek; nede şeytan kaldı. Viranelerde hatıraları koynunda saklayan sadece yarı yıkık taş duvarlar var. Yıllar sonra arkadaşlarla gezi için Akseki'nin Gümüşdamla köyüne gittiğimizde çalışan bir su değirmeni gördük, misafir olduk. Çarkevine indim çalışırken taşın sesini dinledim, Değirmen Kömbesi yedim. Geçmişi yaşadım. Yine çok güzeldi.

 


Üye Girişi
Facebook
Foto Galeri
  • BİZE ULAŞIN

  • Fasıllar Köyü Muhtarı Fahrettin KİBAR Beyşehir / KONYA

  • 0 541 945 10 48

  • tahirkibar@hotmail.com

www.teknovizyon.net/
YukariCik