fasillarkoyu.com
Ana Menü
Sayac



İstatistikler Yükleniyor ..!

Çocukluğumun Tatlı Anıları

Çocukluğumun Tatlı Anıları

Geleceği, ancak hayal edebiliriz. Hayallerimizin mutlaka gerçekleşeceğine dair bir kural da yok. Çoğunlukla hayal olarak kalırlar. Ama geçmiş öylemi, yaşanmışlığı var. Hatırladıkça tekrar tekrar (hatta aynı tazelikte) yaşarız. Bu nedenle anılar zihnimizin en değerli hazinelerindendir. Bilirsiniz, bir söz vardır "güzellikler paylaşıldıkça artar" derler. Bu yazıda çocuklukta (elbette köyde) yaşanılan tatlı anılardan söz etmek istiyorum. Umarım okuyanları sıkmam. En eski anım bağ bozumuna ait. Ellili yılların başları 3-4 yaşlarındayım. Çevremdeki büyüklerin yüzlerine baktığımda tatlı bir telaşla başarmanın mutluluğunu görür ve pek anlam veremezdim. Zamanla taşlar siz istemeseniz bile yerine oturuyor; anlıyorsunuz. Neyse, yine anılara dönelim. Gençler belki inanmayacak ama gerçek. Bağ bozumu bir kaç hafta sürerdi. Benim en büyük zevkim, üzüm bağlarına gidişte at arabasının üzerindeki boş küfelerin (köyde "köfün" denirdi) içerisinde yolculuk yapmaktı. Çubuklar arasından etrafa, yeniden keşfediyormuşçasına, bakmak bana anlatılamaz bir keyif verirdi.

Kış gecelerinde anlatılan masallardaki dünyada bulurdum kendimi. Elbette ki masalın kahramanı da ben olurdum. Bu duygular içerisinde üzüm bağına hiç varılmasın isterdim. İstemesine isterimde yine de bir müddet sonra at arabası durur ve beni indirirlerdi. Üzüm bağında dolaşmanın da keyfi bir başka olurdu. Her farklı üzümden tadar ve isimlerini öğrenmeye çalışırdım. Bende en fazla etkisi olan "hevenk ve dimrit" cinsleri olmuş ki isimlerini hiç unutmadım. Hevenk sofralık, dimrit pekmezlikti. Bağ testeresi ile salkımların kesilmesini seyretmeye bayılırdım. Bazı salkımlar çok rahat bir kilo gelirdi. Birde üzüm bağındaki sonbahar rüzgârının ıslığını dinlediğimi hiç unutamam. O zamanlar yer altındaki yılanlarla konuşuyorlar diye düşünürdüm. Belki de bu, bizden büyüklerin bize anlattıklarının etkisiydi. Üzümler toplanır ve köye dönülürdü. Aynı gün ben tekrar bağa gitmezdim. Şıraknala da üzümlerin ayaklarla çiğnenmesini ön yalağa dolan şıranın maşrapayla kazanlara aktarılışını seyretmenin de ayrı bir heyecanı vardı. Sanki yeni bir şey icat ediliyordu ve bunun tek şahidi bendim. Arkasından "çaraş kaynatma" faslı başlardı. Şıranın içerisine Çırpılık tan kazılan beyaz toprak karıştırılır ve çaraş kaynatılırdı. Ak toprağın niye konulduğunu sorar ama verilen cevabı da bir türlü anlayamazdım. Belki de bana anlatanlarda bilmiyorlardı. Bende bir tesadüfle çok sonra öğrendim. Ak toprağın içerisinde kil, kireç taşı, tebeşir taşı v.b. bulunabiliyor. Şıranın asitliğini alarak ekşiliği yok ederek kaliteyi arttırıyor. Bazı yerlerde pekmez yapımında ak toprak kullanılmıyor.

Bunlara ilaveten bir belgeselde izlediğimi anlatmak istiyorum. Dünyanın en zehirli kara hayvanı, "kara mamba" adındaki Afrika yılanı. Bununda belalısı yırtıcı porsuk. Belgeselde Porsuk, mamboyu avladı; bir güzel yedi. Sonra kalktı çok beyaz topraklı bir bölgeye geldi bu topraktan yedi "anlatan toprağın kil olduğunu ifade etti". Etrafa bakındı uygun bir yer buldu ve buraya yattı. Tam 24 saat uyudu. Böylece yılanın zehrinden de kurtuldu. Acaba diyorum, ak toprak üzümdeki olması muhtemel zehri de absorbe etsin diye de kullanılıyor olabilir mi? Takdir okuyanların. Eh, kaldığımız yerden devam edelim. Çaraş kaynadıktan sonra pekmez dinlenmeye bırakılırdı. Aktoprak dibe çökerdi. Üstten pekmez alınırdı. Sonra toprak çaraştan bir torbanın içerisine aktarılırdı. Bu torba bir nevi preslenerek(üzerine taş konularak)içindeki pekmez akıtılırdı. Bu pekmez "adına da Nardek denirdi" biraz mayhoş olurdu ve hoşaf yapımında kullanılırdı. Doğrusu pekte hoş olurdu. Elbette pekmezden birçok ürün de elde edilirdi.

En çok aklımda kalan KÖFTÜ dür. Nişasta ile pekmez kaynatılarak yapılırdı. Tepsilere 2-3 cm. kalınlığında dökülür soğumaya bırakılırdı. Bizde hayranlıkla ağzımızın suyu akarak seyrederdik. Soğuduktan sonra dilimler halinde kesilir "lokum gibi" çömleklere basılırdı. Büyük hanımlara hanım ana anlamında "Hammana" derdik. İmdat ve Fahrettin Kibar’ın "ikisine de selam olsun" babaanneleri ki benim babaannemin kardeşi Nesibe Hammana (rahmet diliyorum) bu Köftü yü çok güzel yapardı. Evlerine her gidişimizde duvarda asılı çömleklerden biri indirilir ve bize her seferinde birkaç tane ikram edilirdi. Tahmin ediyorsunuzdur, bizde bu yüzden biraz fazla gidiyorduk. Bugün bağ bozumu anılarını anlatmaya çalıştık. Daha çok çocukluk anılarımız var. İnşallah ilerde onları da yazmak kısmet olur. Hepinize selam olsun, sağlıcakla kalın.

 


Üye Girişi
Facebook
Foto Galeri
  • BİZE ULAŞIN

  • Fasıllar Köyü Muhtarı Fahrettin KİBAR Beyşehir / KONYA

  • 0 541 945 10 48

  • tahirkibar@hotmail.com

www.teknovizyon.net/
YukariCik